Kendini gerçekleştiren kehanet,  "Rosenthal Etkisi"  ya da "Pygmalion etkisi"  olarak da bilinir. Araştırmacıların ilginç deneylerinin ve gözlemlerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir üründür. Psikososyal çalışmalar sonucu özellikle bilinçaltının etkisi hakkında önemli sonuçlar elde edilmiştir. Peki nedir bu "Kendini Gerçekleştiren Kehanet" ?

Fazlaca detaya inmeden bizim için gerekli olan öze ulaşmak için internette sıkça karşılaşılan ve kendimce birkaç değişikliğe uğrattığım kısa bir hikâye ile başlamak istiyorum. ‘Hakan, soğuk hava deposunda çalışan sağlıklı, güvenilir, işinin hakkını veren, arkadaş çevresi geniş, sosyal, evli ve üç çocuk babası bir işçi kardeşimizdir. Fakat Hakan, mizaç olarak karamsar, kötümser ve sürekli olarak başına kötü şeyler geleceğinden korkan birisidir. Günlerden bir gün, işini yarına bırakmamayı düstur edinen Hakan, elindeki işi bitirmek adına mesaiye kalıyor. Tamir ettiği dondurucunun hava filtrelerini son bir kez denemek için et ve et ürünlerinin saklandığı dondurucunun içine giren Hakan, yanlışlıkla içerden kapıyı kapatıyor ve dondurucunun içinde hapsoluyor. Diğer işçiler mesaiye kalmadıkları için Hakan’ın bağırışlarını ve çığırışlarını kimse duymuyor. Hakan burada donarak öleceğinden korkmaya başlıyor. Eğer buradan çıkamazsam, burada kaskatı bir şekilde donacağım diye olumsuz düşünceleri aklından geçiriveriyor. Saatler ilerledikçe üşümeye ve titremeye başlayan Hakan, cebinden çıkardığı kalemle dondurucunun duvarlarına son düşüncelerini yazıyor: “Çok üşüyorum, ellerim ve bacaklarım tutmaz oldu. Eşimi ve çocuklarımı çok seviyorum. Eğer uyuyacak olursam bir daha asla uyanamayacağım.”. Ertesi gün dondurucunun kapısını açan işçiler, Hakan’ın donmuş bedenini buluyorlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü gösteriyor.

Fakat bu olayı olağanüstü yapan, dondurucunun ‘açma-kapama’ tuşunun ‘OFF’ yani kapalı pozisyonunda olması. Dondurucunun içerisindeki sıcaklık yaklaşık olarak 18 derece ve dondurucuda yeterli miktarda temiz hava var. Yani Hakan’ın donarak ölmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil. Sonuç olarak Hakan’ın yaşadığı korku, algılarının yanılmasına ve gerçekte var olmayan bir durumu gerçekmiş gibi duyumsamasına neden oldu. Algılarını yanıltan bu durum Hakan’ın ölümüne sebebiyet vererek ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ olgusunun gerçekleşebilme ihtimalini doğrulatmış oldu.

Hikâyenin özünden yola çıkıp bir tanım yapmak gerekirse; Kendini Gerçekleştiren Kehanet; şahsi algı, önyargı, kalıpyargı ve beklentilerimizin bizleri şekillendirip geleceğimize ilişkin yön tayininde bulunmasıdır. Geleceğimizi inşa eden yalnızca şahsımıza dair fikirler değildir. Bunun yanı sıra bilinçaltımızda kodlamalarda bulunan neyi başarıp neyi başaramayacağımızı belirleyen ebeveynlerimizin, çevremizin, arkadaşlarımızın, öğretmenlerimizin bizim hakkımızdaki düşünceleri, tutumları ve davranışlarıdır. Bu algı ve yargılar bir şekilde hayat bulup karşımıza çıkmaktadır. Bu durum çoğunlukla gayri  ihtiyarî olarak gelişmektedir. Hiçbirimiz başımıza kötü olayların gelmesini ya da hayata karşı başarısız olmayı istemeyiz. Fakat karakter olarak kötümserliğe veya karamsarlığa meyilli isek yahut hayat karşısında kendimizi hep şanssız olarak tanımlıyorsak başımıza kötü şeylerin gelmesi kaçınılmazdır. Çok sık olarak işittiğimiz şu kalıp cümlelere kulak verelim;

“Yaa! Ne kadar şansız biriyim”

“Bütün aksilikler hep beni mi bulur kardeşim.”

“Bunu asla yapamayız, başaramayız.”

“Zaten babam da sürekli yapamayacağımı söyler dururdu.”

Tekrarladıkça, telaffuz sayısını arttırdıkça sarf ettiğimiz bu cümleler gerçeğin ta kendisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi hakkımızdaki düşüncelerimizin ve telkinlerimizin ya da başkalarının bizim hakkımızdaki geri bildirimlerinin kaliteli, nitelikli ve üretken bir yaşamı oluşturmada ne kadar önemli olduğunu akıllardan çıkartmamak gerekiyor.

Bitmek bilmez beklentilere maruz bırakılan, sırtlarına taşıyamayacakları kadar ağır yükler yüklenilen, çaba ve gayretleri göz ardı edilip yalnızca elde ettikleri sonuçlarla değerlendirilen,  sürekli olarak bir yarışa, rekabete ve kıyaslanmaya itilen çocuklarımızın kendilerine olan saygı ve güven kaybının önüne geçmek,  kendileri hakkında geliştirecekleri olumlu düşünceleri besleyip bu sayede moral-motivasyonlarını yüksek tutmak için sergilediğimiz davranışların-yahut dile getirdiğimiz ufak bir sözcüğün bile-büyük bir yer kapladığını hatırda tutmalıyız.