Stockholm Sendromu tam olarak, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir.
    Günümüzde ne kadar çok karşılaşıp da farkında olmadığımız sendrom demek daha doğru olur. Mesela bir insan öleceğini bile bile yüksek bir binanın en üst katından atlar mı? Ya da yoğun akan bir trafikte yola fırlar mı? Bunun gibi birçok ölüm senaryosu getirelim gözümüzün önüne, bunlardan hangisine razı geliriz? Hiçbirine.
    Peki, hayatımıza aldığımız insanlar bizi öldürüyorsa? Bunlara müsaade etmek nasıl açıklanır? Ölmek sadece ruhunu teslim etmekle olmuyor. Bazen kişiliğiniz bazen de hayalleriniz ya da sosyal çevreniz ve ya kariyeriniz en büyük hedef olabiliyor. Sağlıklı bir ilişki içerisinde değilseniz eğer her gün bir parçanızı ölüme terk ediyorsunuz. Bunu siz isteyerek yapmıyorsunuz elbette, sizin celladınız bunları size yapıyor. Peki, sizin celladınıza olan ilginize ne demeli? Sorgulamamız gereken o kadar çok şey var ki nereden başlayalım? Bugün hayatlarımızda ki cellatlar, bazen sevgilimiz, bazen eşimiz, bazen en yakın dostumuz, bazen iş arkadaşımız ya da hiç tanımadığımız bir kişi olabiliyor. Bu yüzden hayatımızda ki kişilere ne kadar taviz veriyoruz? Ne kadar parçamızı öldürmelerine müsaade ediyoruz? Şunu asla unutmamalıyız, taviz tavizi doğurur. Silkelenmek için çok geç değil, unutmayın zararın neresinden dönerseniz kârdır.
    Hayatlarımız da ki cellatlara fırsat vermediğimiz mutlu yarınlar için, kalın sağlıcakla…